25.12.2015

Tefekkür

Bugünkü tefekkür sebebim bir gül fidanı oldu. Üzerinde bütün güzelliğiyle harika güller açılı iken herkesin dönüp dönüp hayranlıkla baktığı bir gül fidanı. Şimdi mevsimi gelip güzel gülleri açılana kadar dinlenmekte ve kışın, karın soğuğunu; rüzgârın dallarını savuruşunu yaşıyor. Yaprakları henüz dökülmedi ama artık eskisi kadar görkemli yeşil de değil.

Bu sabah işte bu gül fidanı çok düşündürdü beni. Nisan ayı itibariyle üzerindeki güllerin fotoğrafını çekmek için nerdeyse her gün yanına gidip selamlaştığım halde yaklaşık bir buçuk aydır onu görmezden gelerek geçip gidiyordum yanından. Ne nankörlük! O dallar kışı, karın soğuğunu, rüzgârın ayazını çekmese ilkbahar geldiğinde öyle güzel güller açabilir mi?

Hayatta her şey her an pek kıymetli aslında! Bize bir an için güzel görünen şeyler aslında hep çok güzel; çünkü o güzelliği hep taşıyor damarlarında. Bazen hayatın verdiği yorgunlukla ya da doğası sebebiyle güzelliğinden bir parçasını kaybetse dahi güzel olmanın mayasını hep özünde taşımıyor mu? Neden bu nankörlüğümüz, kıymet bilmemezliğimiz?

Gül fidanının mayıs ayında ve bugün çektiğim fotoğraflarını da ekleyerek satırlarıma son veriyorum.

"Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?"

Rahmân Sûresi

25.12.2015





21.12.2015

Feda Edilen Nesiller

1980 darbesi öncesi başörtüsüyle başladığı hukuk fakültesine darbe sonrası başörtüsüyle devam edemeyeceği için ara verip yıllar sonra bitirebilen bir ablamızın konuşmasını dinleme fırsatı buldum geçen haftalarda. Abla 1980 darbesinin ve 28 Şubatın tüm acılarını yaşamış ve bu acılarını ağlayarak anlatınca hepimizi ağlatmıştı. "Bazılarının feda edilmesi gerekir. Bizler feda edilen nesiliz. " dedi. Bu cümle o anki etkisinden daha fazla etki etti dün. Şahit olduğum manzara bana da kendimi feda edilmiş bir nesildenmiş gibi hissettirdi.

Dün ikindi vakti metroaltındaki camide yedi sekiz kız çocuğunu gördüm on yaşında gibi gözüküyorlardı. İkisi aynı kıyafeti giyip başörtüsünü örtmüş olunca ikiz olduklarını sandım. Küçük meleklerle konuşup imam hatip ortaokulunda 5.sınıf öğrencisi olduklarını ve aynı zamanda hafızlık eğitimi aldıklarını öğrendim. Hocaları aralarından isteyenleri aynı kıyafet ve başörtüsü almak için getirmiş Kızılay'a. "O yaşta çocukların başını örtmesi çok saçma, özgür iradeleri yok.." gibisinden şeyler söyleyecekler lütfen uzak dursunlar. Beş altı yaşındaki çocuklar oje sürüp mini etek giymeyi isteyebilecek kadar özgürlerse on yaşındaki bir çocuk da başını örtmek isteyebilir.

O güzelleri görünce o yaştaki halimi düşündüm. Beşinci sınıftan küçük çocukların Kur'ân-ı Kerim kurslarına gitmesi için bazı cesur hocaların onları teftiş yapılamayacak erken saatte gizli gizli okuttuğu dönemde çocuktum. Annemle Kur'ân-ı Kerim okuma toplantılarına korkarak gidiyorduk, gidilen toplantılara "altın günü" süsü verildiğine, birini beklemezken kapı çaldığında korkuyla Kur'ân-ı Kerimler in saklanıp el işlerinin meydana çıkarıldığına şahit olan bir çocuktum. Dini yaşamanın gizlenerek, sanki yasak bir şey yapılıyomuş gibi korkuların hissedildiği bir dönemde çocuktum.

28 Şubat sonrası imam hatip okullarının kapatılması, Kur'ân-ı Kerim kurslarında beşinci sınıfı bitirmemiş öğrencilerin kaydedilmemesi bizim neslimizin de feda edilmesine neden olmadı mı aslında? Şimdi küçük meleklerimiz beşinci sınıfta hafızlık eğitimi alabiliyorken bizler beşinci sınıftan önce elif ba bile öğrenme imkanı bulamıyorduk yerine göre.

Büyüyüp lise çağına geldiğimizdeyse imam hatip lisesine gitmek aklımızın ucundan dahi geçmiyordu; çünkü eğer oraya gidersek iyi üniversitelerde, iyi bölümlerde okuyamazdık. 28 Şubatın yerleştirdiği dindar insanların hayattan soyutlanmasına neden olan zihniyetin yıkılması için iyi üniversitelere, iyi bölümlere gitmemiz gerekiyordu ama imam hatip mezunu olarak bunu yapamayacağımız için diğer liselere gittik.

Tüm bu anlattıklarım bizim neslimizin de bir şekilde feda edildiğini düşündürüyor bana. Başta bahsettiğim abla "Çok bedel ödendi, çok kalpler kırıldı." dedi ve ilave etti "Sizlere bakıyor ve diyorum ki ektiğimiz tohumlar boşa gitmemiş." Ben de diyorum ki bu sistem bir şekilde bizi de mağdur etmiş olsa da gelecek nesiller adına ümitliyim. Dün gördüğüm o güzel melekler bana bu ümidi verdi. Rabbim onların sayısını çoğaltsın ve bu ülkenin nesillerinin hayırlı akıbeti için çalışanların yollarını açık eylesin. Âmin.

Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için Allah razı olsun.
21.12.2015

2.12.2015

Trende 6

Bir yeni tren yolculuğumdan daha merhaba. İncesaz eşliğinde yer yer karlı, genellikle yağmurlu ve ara sıra güneş açan bir havada yol alıyorum evime doğru.

Doğanın dört mevsimde nasıl da farklı olduğunu aynı yolu farklı zamanlarda gidip gelerek gözlemlemeyi gerçekten çok seviyorum.  Saniyelerle bile değişebiliyor hava durumu. Az önce gökkuşağı görmüşken şimdi gıpgri bulutlarla doldu gökyüzü. Ve dudaklardan dökülen "Ol deyince olduran Rabbimin şanı ne yücedir!" cümlesi..

Bugünkü yol arkadaşım "Kemal Sayar Beni Sessiz de Sevebilir misin?" Birkaç etkileyici paragrafı paylaşarak yazıma son verip sizleri saygıyla selamlıyorum.

"Ciddi zorlanma dönemleri aslında hayatta en çok öğrendiğimiz dönemlerdir,  bugün ve gelecek için fener mahiyetindedirler. O yüzden 'Hak şerleri hayreyler' diyebilmemiz gerek, bazen bize ulaşan belalar, tekâmül yolculuğunda birer sıçrama tahtasıdır. Onlara basmakla daha ileriye sıçrarız."

"Araştırmalar bize gösteriyor ki ne kadar rekabetçi olursak o kadar az öğreniyor hatta öğrenmeye o kadar az ihtiyaç duyuyoruz. Yarışma endişesi bizi yapmakta olduğumuz işin neşesinden alıkoyuyor. Mütevazı insanın kendi varlığını meşru kılmak için zaferler kazanmaya ihtiyacı yoktur."

"Bugünde ol. Anda ol. Şimdi ol. Ne geçmişin hayaletlerinden kaç, ne geleceğin düşlerine sığın.

Anda ol.

Korkma, muhtaç olma. Dikkatini olduğun hale çevir. Vaktin evladı ol. Yaptığına, yediğine, duyduğuna, gördüğüne, baktığına, yaşadığına dikkat kesil.

Pür dikkat ol."

26.11.2015

Sonbahar Düşünceleri

Bizi mutlu eden şeylerin bir başka kişiyi mutsuz edebileceğini düşündünüz mü hiç? Bu durumu çoğu zaman düşünürdüm ama hayat bir kez daha bu konuda düşünmeye sevk etti bugün beni. Ne olduğunu anlatmadan önce biraz sonbaharın bendeki etkisinden bahsetmek istiyorum sizlere.

Yılın en sevdiğim mevsimidir diyemem sonbahar için. Karar vermekte zorlanan bir insan olduğum için mevsim geçişlerinden pek hoşlanmam. Ertesi gün için yaptığım planların hava durumu yüzünden değişmesi pek hoşuma gitmez. (Ne kadar da benmerkezli bir insan olduğumu anlayabilirsiniz buradan, Allah affetsin ama öyleyim inşallah bu özelliğimi değiştirebilirim.) Havanın bulutlu hali, gündüzlerin kısa sürmesi gibi olumsuzluklardan sonra sonbaharın sevdiğim yönleri de var elbette. Mesela mı? Ağaçların büründüğü sarı, kırmızı, kahverengi tonlarla oluşan mükemmel manzaralar, hafiften bir rüzgar eserken altından geçtiğim ağaçtan üzerime süzülen yapraklar, yere dökülmüş yapraklara basarken çıkan o ses, kuşların topluca göçe başlamasıyla oluşturdukları görsel şölenler... Şu an aklıma gelmeyen pek çok güzel yönlerinden sadece birkaçı bunlar sonbaharın.

Sonbaharın sanırım en sevdiğim yönü; doğadaki değişime şahit tutup Rabbimin yoktan var ettiği gibi vardan yok etmek için sadece “Ol.”demesinin yeterli olduğunu tefekkür etme imkanı vermesi.

Sonbahardan bahsettim tekrar yazıyı yazmama vesile olan düşünceye döneyim. Dökülen yaprakları seyretmeyi seviyorum dedim ya hani, sonuçta o yaprakların sürekli yerde kalması mümkün değil. İlla ki birileri bunları temizleyecek. Peki bunları her gün ve belki de günde birden fazla kez temizlemesi gereken insanlar mutlu mudur sonbahardan? Belki de benim üzerime düştüğü için beni mutlu eden yaprak tanesi o işi yapan kişinin mutsuzluğuna neden oluyordur. Belki o da mutludur sonbahardan, seviyordur işini yapmayı, yaprakları toplamayı. Bilemem nasıl bir ruh hali içinde olduğunu ama ya mutlu değilse? Ya benim mutluluğum o insanın mutsuzluğuna neden oluyorsa? Tüm bunların cevaplarını bilmiyorum ama bu konuda düşündüm bugün birkaç kez.


Uzun zamandır kalemi elime alıp duygu ve düşüncelerime dair bir şeyler karalamıyordum eski yazılarıma göre biraz uzun ve karışık bir yazı oldu; lakin hislerimi kağıda dökmenin verdiği huzurla bu yazıyı tamamlayacağım. Yazının bir anafikri olaraksa şunu belirtmek isterim mutluluğumuzun bir başkasının mutluluğuna neden olabileceği hakikatinin farkına varmalıyız ama hayatı sürekli mutluluğum başkasının mutsuzluğuna neden olacak mı şüphesiyle de yaşayamayız. Dengeyi kurmayı öğrensek ve mutluluklarımızı insanların gözlerine sokarcasına yaşayıp onların mutsuzluğuna neden olmasak, belki hayat o zaman daha güzel olur. Bence denemeye değer. Ya sizce?

11.10.2015

Trende 5

Her gidiş üzücü; ama her seferinde biraz daha alışmış buluyorum kendimi ayrılığa.

Gökyüzü gri bulutlarla kaplı, hava ağlamak isteyip de ağlayamayan ben gibi birkaç damla bırakıyor yeryüzüne sonra topluyor kendini.

İki gün sonrasına bitirmem gereken kitabımı okumak için elime alıyorum ama yolu izlemek daha çok işime geliyor. Bozkır sonbahar sessizliğine bürünmüş. Hâlâ yeşilliğini koruyan birkaç tarla var onları da bir dahaki gelişimde göremem herhalde.

Maviyle karışık puslu grili gökyüzü ile sarı, kahve ve yeşil yeryüzünü izlemek huzur veriyor. Ta ki Ankara'ya varınca neler olacağını düşünene kadar. Ülkemin geçirdiği zor günlerde bile kendimi düşünecek kadar bencilmişim..

Ankara'ya yaklaştıkça hava kararıyor. Ne olur kararan sadece gökyüzü olsun, gelecek günler ülkem için aydınlık ve huzurlu olsun. İnsanlar boş kavgalar uğruna can vermesin, kimse sevdiklerinin arkasından gözyaşı dökmesin...

25.05.2015

Elhamdülillah

Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

Rahmân Sûresi


30.04.2015

Dünyanın Üç Yüzü

Yaklaşık iki yıl önce okuduğum bu eserle ilgili niye yazı yazmadım bilmiyorum. Trende göz atmak üzere kitaplardan not aldığım defteri açmasam bunu yazmak da aklıma gelmezdi yüksek ihtimalle.

Mustafa Ulusoy'un o hoş üslubu bu eserde de mevcut. Beğendiğim birkaç cümleyi not edip sizlere veda ediyorum. Güzel günler yaşamanız dileğimle.

"Kalplerimiz dargın. Kavuşuyoruz dediğimizde ayrılıklar. Hazlar acı verici. Dünya gaddar.  Dünya mekkâr. Bir lezzet veriyor. Bin elem arkasından geliyor. Varsın, olsun. Bize umutsuzluk yakışmaz."

"Burada, bu dünyadaki hayatımızda hep bir eksiklik hissederiz çünkü burada sadece numuneler vardır."

"Şefkat görmeden şefkat göstermek zordur. Sevilmeden sevmenin zor olması gibi."

"Elinin üzerine bir damla yağ sıçrıyor. Kalbine sıçramış acılar veryansın ediyor içinde."

"Birisi 'Seni seviyorum.' dediğinde, aslında O'nun sende tecelli eden Cemâl, Kemâl, İhsânını seviyordur. Seni severken O'nu seviyordur aslında."

"Biliyor musun oğlum/ kızım/ karıcığım, Allah kalbime kocaman bir sevgini koymuş."


19.03.2015

"Tek Kelimelik Sözlük"

Uzun zamandır elimde aynı kitabı görenler şaşırıyor. Sen bu kadar yavaş okumazdın, ne oldu da bitiremedin dercesine bakıyorlar. Öyle bazı kitaplar var ki; bitsin istemediğim için nadiren okuyorum. O kitapları hep yanımda taşıyıp bir iki sayfa okumakla yetiniyorum. Onların dostluğundan mahrum kalmak istemiyorum sanırım. Ali Ural'ın Posta Kutusundaki Mızıka'sından sonra Tek Kelimelik Sözlük oldu yeni dostum. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi Tek Kelimelik Sözlük de bitti; ama onunla dostluğumuz bitmesin diye altı çizili satırlarımı not ettim her zamanki gibi. İşte onlardan bazıları :

  • Sonra öyle bir sustu ki, dua ettiğini anlamadı kimse, o derin sessizlikte kalbini kımıldattı. Ticaret yapar gibi istemedi rabbinden. Hatta hiç istemedi. Haliyle çaldı o yüce kapıyı. Kapı açılmadı sanarak korktu bazen. "Kapı kapanmadı ki hiç!" diye uyarıldı.
  • Hüzün:"Sonu üzüntüye varan dünyevi istekler." 
  • "Kalbin zekatı hüzündür." 
  • Güvenmeye ihtiyacımız var! İnanmaya ihtiyacımız var çünkü. Şüphe gözlükleri eğip büküyor, kısatıp uzatıyor. Şüphe kuyuları zehirliyor meyvelerimizi. Şüphe nehirleri denizlere karışmıyor. Şüphe balıklarıyla lebalep ağlar. Şüphe vagonları darmadağınık. Şüphe lokomotifleri evleri sürüklüyor. Şüphe aysbergine çarpıyor gemiler. Şüphe göklerinde kapkara uçurtmalar. Şüphe yağmurlarından kaçanlara bak! Şüphe saatlerinin zembereklerinde atlar. Şüphe atları boşanan jokerler yerde. Şüphe köprüleri yıkılan bir bir: İnfilak! Şüpheden barikatlar, sakın yaklaşma!
  • - Yollar hep yılana benzetilir değil mi? - Evet. -Neden? Kıvrıldıkları için mi? -Hayır. Ayrılık zehirleyebilir insanı.
  • Gerçek bir adaya ihtiyacımız var. Paranın geçmediği değil hükmetmediği. Özgürlüğünü elinden alamadığı insanın. Dostun, sevgilinin yerine geçmediği. Çünkü ne ayırırsa sevdiğinden insanı, asıl sevdiği o olur.
  • "Şair" kelimesi "yalancı" manasında da kullanıldı cahiliye devrinde. En güzel şiir, en yalan şiirdi.
  • İnsan yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam ederken bir an gelir ki kalbinde önce bir siyah nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah katında "YALANCILAR" arasına kaydedilir.

20.01.2015

Ben Deli Değilim Siz Anormalsiniz

Sıkıntıdan sıkıntıya koşup duran narsist benliğe mola verdirmeli ara sıra. Yürümeli dakikalar boyu mesela ya da gidip bir mekana yalnızlığına inat vakit geçirmeli. Toplum bize nasıl da dayatmış yalnız başına bir şey yapamayacağımızı. On beş dakikadan uzun süredir Siham'da oturuyorum tek başıma. Garsondan menü isteyip sipariş verdim. Yanımdan geçenler garip garip bakıyor, sanki suç işlemişim gibi. Yalnız başına bir insan vakit geçiremezmiş gibi. Oysa insanın ne çok ihtiyacı var yalnız başına bir şeyler yapmaya alışmaya. Ne çok şey kazandırır yalnızken yapılan şeyler insana. Narsist benliği ve nefsi köreltmenin en etkili yollarından biri olsa gerek.
Mekanın kuytu bir köşesinde oturup insanları gözlemlemek çok keyifli. Ki mekan zaten çok güzel. Duvarlardaki minyatürler insanda hoş bir etki bırakıyor. "Kitap-kültür-kahve" bu mekanın en önemli özelliği; lakin kitaplığı henüz yeterli değil. İstediğim kitabı bulamamak beni üzdü.
Siparişim gelene kadar saçmalayabilirim sanırım. Neyse saçmalamaktan da sıkıldım. Ruhumu mekanda çalan müziklerle huzurlandırayım en iyisi bir süre. (15.51 20.01.2015)

12.01.2015

Âh İstanbul! Âh İncesaz!

Susuyorum,
Derinlere batıyorum çığlık çığlığa.
Huzuru arıyorum
Bir İncesaz nağmesinde.
İstanbul geliyor gözlerimin önüne
Biraz sisli bir sabah,
Haliç'e bakıyorum Pierre Loti'den.
Güzel bir düş kuruyorum
İçinde İstanbul ve tabii ki sen.
Vapurların düdükleri, martıların çığlıkları
Ve uzaklardan gelen ezan sesi...
Huzur veriyor hayali dahi.

Âh İstanbul! Âh İncesaz!

Yoruluyorum.
Bunalıyorum.
Boğuluyorum.
Ama bir tek ölmüyorum.
Dersaadet'e kavuşmanın hayaliyle
Rüyalara dalıyorum.

İncesaz Gümüş
   İncesaz Ebruli