23.01.2014

Kürk Mantosuz Madonna*

              “Maria Puder öyle ölmedi!” Kürk Mantolu Madonna’yı okuyup, hayran kalan şahsım adına çok ilgi çekici bir cümle. Doğan Akhanlı’nın “Madonna’nın Son Hayali” isimli kitabını görüp arka kapağını okuyunca bu kitabı muhakkak okumalıyım dedirten cümle. Aklıma “Nasıl öldü peki zavallı(!) Raif Efendi’nin Maria’sı?” sorusunu getiren cümle.

Sabahattin Ali’nin duru anlatımı, konunun merak uyandıran akışı eseri okuyan herkesi kendisine hayran bırakan etkenlerdendir. Peki, “Kürk Mantosuz Madonna” ile tanıştınız mı? Doğan Akhanlı Maria’ya Sabahattin Ali’nin biçtiği ölüm şeklinden hoşlanmamış olacak ki Maria Puder’in peşine düşmüş ve bu eseri ortaya çıkarmış.

Kitap, Sabahattin Ali’nin ölümünden bahseden bir prologla başlıyor. Beş ana bölümden oluşan kitapta yazar kendisini Sabahattin Ali’nin yerine koyarak Kürk Mantolu Madonna’yı neden ve nasıl yazdığına değiniyor. Maria Puder’e aslında kendisinin aşık olduğunu, geçimini sağlamak için yazacağı eserde bu aşkından bahsetmek istediğini; ancak karısını kırmamak için bu aşkı kendisinin değil de Raif Efendi gibi “lüzumsuz bir adamın” başından geçmiş gibi anlattığını belirtiyor. Almanya’ya gidişi, Almanca öğrenişi, Maria Puderle üç defa karşılaşması bu bölümde anlatılanlar arasında yer alıyor.

İkinci bölümde Akhanlı, çocukluk anılarına, yaşadığı köye dönerek Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuyuşundan bahsediyor. Bu eserin yazar için neden bu kadar önemli olduğunu yine bu bölümde öğreniyoruz. Meğer yazar Maria Puder’in kitapta ismi geçmeyen kızına âşık olmuş ve annesiyle bu kıza “Alma” ismini vermişler.

Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar Almanya’da bir tren yolculuğunda Alma adında bir kadınla tanışıyor ve Alma’nın Maria Puder’in kızı, ilk aşkı olan Alma olduğuna kendisini inandırıyor.

Kurgu mu gerçek mi olduğunu kavramakta zorlandığım bir şekilde hayatından bahsederek olayların gelişim sürecini devam ettiriyor yazar. Sayfalar ilerledikçe Maria’nın izine bir adım daha yaklaşan Akhanlı, Yahudilere yapılagelmiş onlarca zulümden bahsetmeyi de ihmal etmiyor.
           
Üçüncü bölüm dışında Maria Puder’den fazla bahsetmeyen yazar bölüm sonunda Berlin sokaklarında “Maria Puder burada otururdu / 28.10.1938’de Polonyaya / sürüldü / kayboldu” yazan bir anıt taşı görünce Maria’nın izini sürebilmek için Alma ile birlikte Varşova’ya gidiyor.

Dördüncü bölümde Polonya’da Maria’nın izini süren Alma ve yazarın yolu Nazi zulmünün dehşet verici tanıkları “toplama kamplarına” düşüyor. Alma ve yazarın çabaları sonuçsuz kalmıyor ve Maria’ya ait “mavi bir deftere” ulaşıyorlar. Alma için hikaye burada biterken yazar yola devam etmek Maria’nın “gerçekten” öldüğü yere kadar iz sürmek istiyor.

Deftere göre Maria Köstence Limanı’ndan kalkan Struma’ya biniyor. Struma, Karadeniz üzerinden Filistin’e gitmesi planlanan lakin bürokratik engellerden ötürü İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan içinde 103ü çocuk olmak üzere 768 kişinin ölüme terk edildiği gemi. Maria bu gemide geçen günlerini yazdığı “mavi defteri” hamile olduğu için kıyıya çıkmasına izin verilen Rose(Medea Salamovitz) aracılığıyla gemiden kurtarıyor ve hakkında bir iz oluşmasını sağlıyor.

Akhanlı’ya göre Maria Sabahattin Ali’nin ona yakıştırdığı gibi doğum yaparken değil Nazilerin zulmünden kurtulmaya çalışırken 24 Şubat 1942 günü “kürk mantosu” olmadan Karadeniz sularında hayata veda ediyor.  

* Celse Hukuk ve Edebiyat Dergisi Aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.


1 yorum: