30.01.2014

Hoca Dedem

Rüyamda vefat etmiş bir akrabamı görmeyeli uzun zaman olmuştu. Rüyamda öyle bir akrabamı görünce kendimi hep suçlu hissederim. Acaba yeterince dua edemiyor muyum onun için diye düşünüp üzülürüm.

Bu sabah annem odaları süpürürken uykuyla uyanıklık arasında bir haldeyken rahmetli hoca dedemi gördüm. Babamın babasını. Hoca dedem hafızdı. Yaşlı teyzeler kuzenlerimle bizi görünce Havız Muhiddin'in torunları mısınız siz? Derlerdi. Anlamazdım dedemin havuzla ne alakası olabilirdi. Çocukluk işte. Neyse, çok güzel okurdu Kur'an-ı Kerim'i. Bana Kur'an okumayı öğretmemişti ama abime öğretirken çok komik anları olmuş. Dedem hafız olduğuna Kur'ana bakmadan da takip edebildiğinden gözleri kapalı dinlermiş abimi. Abim de hemen bitireyim çizgi film izleyeyim diye hızlı hızlı okurken yanlış mı okumuş atlamış mı ne yapmışsa artık dedem fark edince kafalarını tokuşturmuş. Ben bunu duyunca çok gülmüştüm.

Dedem gözümde süper kahraman gibi bir şeydi. Elinden her türlü iş gelirdi. Eski, kırık, atalım artık dediğimiz şeyler onun eline geçince tekrar hayat bulurdu sanki.
Rahmetli babaannem öldüğünde 6 yaşındaydım dedemlere gidince orada kalmak için uyuyor taklidi yapardım babam beni gıdıklayıp uyandırırdı. Babaannem öldükten sonra haftasonları gidip dedemle kalırdık. 9 yaşıma kadar onların mahallesindeki Berber İsmet'te kesilirdi saçlarım. Genelde babam götürürdü ama haftasonları dedemle kalmaya başladıktan sonra o götürüyordu. Dedemle mahallede gezmek harikaydı berberden çıktıktan sonra Ferhat Bakkala giderdik. İstediklerimi aldırırdım dedeme. Onunla hayat çok neşeliydi. Bazen bir şeye evet dedim mi evet dedin kaybettin der gülerdi, anlamazdım ama ben de gülerdim.

Dedem öldüğünde yedinci sınıfı bitirmiştim. Ölümün ne olduğunu idrak edebilecek yaştaydım artık. Berat gecesinden bir gün sonra vefat etmişti. Demek bu Berat gecesinde dedem için bir günlük rızkı yazılmış demiştim. Artık çocuk değildim ve anlayabiliyordum dedemin artık bizimle olamayacağını, onunla şakalaşamayacağımızı.

Bugün rüyamda üzgün bir şekilde onu görünce kendimi çok kötü hissettim. Uzun zamandır onunla ilgili bir şey düşünmemiştim. Gerçeğe çok yakın bir rüya olunca da etkisinden çıkamadım. İnşallah hayır olur bu rüyam.

Onu çok özlemişim.

23.01.2014

Kürk Mantosuz Madonna*

              “Maria Puder öyle ölmedi!” Kürk Mantolu Madonna’yı okuyup, hayran kalan şahsım adına çok ilgi çekici bir cümle. Doğan Akhanlı’nın “Madonna’nın Son Hayali” isimli kitabını görüp arka kapağını okuyunca bu kitabı muhakkak okumalıyım dedirten cümle. Aklıma “Nasıl öldü peki zavallı(!) Raif Efendi’nin Maria’sı?” sorusunu getiren cümle.

Sabahattin Ali’nin duru anlatımı, konunun merak uyandıran akışı eseri okuyan herkesi kendisine hayran bırakan etkenlerdendir. Peki, “Kürk Mantosuz Madonna” ile tanıştınız mı? Doğan Akhanlı Maria’ya Sabahattin Ali’nin biçtiği ölüm şeklinden hoşlanmamış olacak ki Maria Puder’in peşine düşmüş ve bu eseri ortaya çıkarmış.

Kitap, Sabahattin Ali’nin ölümünden bahseden bir prologla başlıyor. Beş ana bölümden oluşan kitapta yazar kendisini Sabahattin Ali’nin yerine koyarak Kürk Mantolu Madonna’yı neden ve nasıl yazdığına değiniyor. Maria Puder’e aslında kendisinin aşık olduğunu, geçimini sağlamak için yazacağı eserde bu aşkından bahsetmek istediğini; ancak karısını kırmamak için bu aşkı kendisinin değil de Raif Efendi gibi “lüzumsuz bir adamın” başından geçmiş gibi anlattığını belirtiyor. Almanya’ya gidişi, Almanca öğrenişi, Maria Puderle üç defa karşılaşması bu bölümde anlatılanlar arasında yer alıyor.

İkinci bölümde Akhanlı, çocukluk anılarına, yaşadığı köye dönerek Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuyuşundan bahsediyor. Bu eserin yazar için neden bu kadar önemli olduğunu yine bu bölümde öğreniyoruz. Meğer yazar Maria Puder’in kitapta ismi geçmeyen kızına âşık olmuş ve annesiyle bu kıza “Alma” ismini vermişler.

Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar Almanya’da bir tren yolculuğunda Alma adında bir kadınla tanışıyor ve Alma’nın Maria Puder’in kızı, ilk aşkı olan Alma olduğuna kendisini inandırıyor.

Kurgu mu gerçek mi olduğunu kavramakta zorlandığım bir şekilde hayatından bahsederek olayların gelişim sürecini devam ettiriyor yazar. Sayfalar ilerledikçe Maria’nın izine bir adım daha yaklaşan Akhanlı, Yahudilere yapılagelmiş onlarca zulümden bahsetmeyi de ihmal etmiyor.
           
Üçüncü bölüm dışında Maria Puder’den fazla bahsetmeyen yazar bölüm sonunda Berlin sokaklarında “Maria Puder burada otururdu / 28.10.1938’de Polonyaya / sürüldü / kayboldu” yazan bir anıt taşı görünce Maria’nın izini sürebilmek için Alma ile birlikte Varşova’ya gidiyor.

Dördüncü bölümde Polonya’da Maria’nın izini süren Alma ve yazarın yolu Nazi zulmünün dehşet verici tanıkları “toplama kamplarına” düşüyor. Alma ve yazarın çabaları sonuçsuz kalmıyor ve Maria’ya ait “mavi bir deftere” ulaşıyorlar. Alma için hikaye burada biterken yazar yola devam etmek Maria’nın “gerçekten” öldüğü yere kadar iz sürmek istiyor.

Deftere göre Maria Köstence Limanı’ndan kalkan Struma’ya biniyor. Struma, Karadeniz üzerinden Filistin’e gitmesi planlanan lakin bürokratik engellerden ötürü İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan içinde 103ü çocuk olmak üzere 768 kişinin ölüme terk edildiği gemi. Maria bu gemide geçen günlerini yazdığı “mavi defteri” hamile olduğu için kıyıya çıkmasına izin verilen Rose(Medea Salamovitz) aracılığıyla gemiden kurtarıyor ve hakkında bir iz oluşmasını sağlıyor.

Akhanlı’ya göre Maria Sabahattin Ali’nin ona yakıştırdığı gibi doğum yaparken değil Nazilerin zulmünden kurtulmaya çalışırken 24 Şubat 1942 günü “kürk mantosu” olmadan Karadeniz sularında hayata veda ediyor.  

* Celse Hukuk ve Edebiyat Dergisi Aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.


21.01.2014

Ödünç Kitap Okumam Diyenlere

Çoğu insan kitapların kendilerine ait olmasını ister, kütüphanesinde bulunması için alır kitapları. Ben bu duruma niyeyse tezat oluşturuyorum. Çok nadir kitap satın alıyorum ve onları elimde tutuyorum. Bir kitap bana aitse onu okumayı sürekli erteliyorum. Bir kitabı mümkün olduğunca çabuk bitirebilmem onu ancak ödünç almam kaydıyla mümkün oluyor. Bazen çok merak ettiğim kitapları satın alıyorum ama okuduktan sonra beğendiysem çevremdekilere veriyorum okuması için, çoğu zaman geri dönmüyor ama önemsemiyorum. Kitapların evlerde dolaplarda, raflarda unutulup tozlanmasındansa sürekli el değiştirip okunması taraftarıyım. 
Ödünç kitaba altını çizemediği için karşı olan arkadaşlarım var. Haklılar elbet ama ben kütüphanelerden aldığım kitapların altını çizemesem de en azından beğendiğim cümlelerin başına ve sonuna / işareti koyuyorum kitap bitince de onu en kıymetli dostum olan defterime yazıyorum. Bazen başkalarının altını çizdiği cümleleri okumak da hoşuma gidiyor, beğenirsem onları da not ediyorum defterime.
Demem o ki; bir kitabın bana ait olmasını önemsemiyorum. Ödünç alarak kitap okumaya sıcak bakıyorum.
Kütüphaneleri severim, beğendiğim kitapları bazen vaktim olamadığı için okuyamıyorum ama kütüphaneden alınca geri vermem gerekeceği için kitap okumaya illa ki vakit ayırıyorum ve o kitabı bitiriyorum.
Kütüphane demişken Ankara Hamamönü'nde Mehmet Akif Ersoy Edebiyat Müze Kütüphanesi var. Bu sene henüz oraya gidemedim ama geçen sene vaktim oldukça oraya giderdim. Oradan kitapları ödünç alamıyoruz. Sadece orada okuyabiliyoruz. Bu yüzden bir kitabı bitirmek için uzun vaktimizin orada geçmesi gerekiyor; ama o kadar güzel bir ortamı var ki orada vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorum. İnşallah gelecek aylarımı orada geçireceğim sıklıkla. Aslında orası benim gizli mekanımdır, arkadaşlarımdan kaçışım için çok güzel bir ortamdı ama artık herkesle paylaşıyorum. Öyle güzel bir mekanın herkesçe bilinmesini isterim.

20.01.2014

Hacı Dedem

Geçen hafta yazacaktım bu yazıyı, sınavlar yüzünden fırsat bulamadım şimdi ancak fırsat buluyorum.
13 Ocak rahmetli dedemin ölüm yıldönümüydü. 9 yıl olmuş vefat edeli. Annemin babası olan dedemden bahsediyorum. Babamın babası "hoca dedem", annemin babası "hacı dedem".
Hacı dedem kendimi bildiğimden öldüğü tarihe kadar sesini çok çok nadir duyduğum dedemdi. Köye her gidişimizde, öncesinde geleceğimizi haber verdiğimiz zamanlarda yani, durağın orada bizi karşılardı. Otobüsten iner inmez O'nun o bir eli bastonda diğeri belinde köy okulunun duvarının orada bekliyor oluşu beni çok mutlu ederdi. Hızlı hızlı yanına gider elini öperdim. Sonra hemen bakkala giderdik.
Evde olduğu zamanlarda genelde sobanın arkasındaki divanında uyuklardı. Yatış şeklini kuzenlerimle taklit etmek çocukluğumun unutamadığım anlarından.
Dedem 1926 doğumluymuş. Atatürk öldüğünde ilk okuldaymış. Dedem keşke ben daha büyükken ölseydi diyorum çoğu zaman. O'nu konuşturmak, tarihle ilgili sohbetler etmek isterdim. Hayat tecrübelerinden faydalanmak isterdim.
Şimdi denk gelen çoğu yaşlıyı konuşturuyorum, onların gözleri dolu bir şekilde geçmişi anlatışları o kadar çok hoşuma gidiyor ki video kameram olsa da kayıt yapabilsem diyorum. Çevremizde o kadar güzel insanlar, konuşacak o kadar güzel konular var ki vaktimizi böyle güzel işlerle değerlendirebilsek...

9.01.2014

Uzun Hikaye Üzerine..

 Vay be dedirten, gözlerimin yaşına neden olan film.

"Ayakkabılar eskir be Ali'm. Her şey eskir. Bak sen, sen hala sevdiğim adamsın. Sen eskime." bu replikle bana o kadar güzel şeyler hissettirdi ki anlatmam mümkün değil.

Filmi bu zamana kadar izlemediğim için duyduğum pişmanlığı kelimelerle ifade etmemin imkanı yok. 

Haksızlığa dayanamayan bir deli(!) adamın hikayesi. Pehlivan Süleyman'ın torunu Bulgaryalı Ali'nin hikayesi. Mustafa Kutlu'nun aynı isimli eserinden uyarlanan film çok güzel kurgulanmış. Kitabını da bir an önce okumayı umut ediyorum.

Filmde beni etkileyen birkaç repliği paylaşarak yazıma son vermek istiyorum, söylenecek çok şey yok. Film çok güzel, en güzel övgüleri hak ediyor sonuna dek.

 "+Yarın öbür gün çok can yakıcan haberin olsun. -Sen annemin canını çok mu yaktın? +Ulen o bizim canımız be."

"Eğer uslu durursa her şeyin düzeleceği söylenerek büyütülen çocukların hayatları boyunca kaybettiklerini artık daha iyi anlıyordum." 

"Ne yani oğlunu tutup böyle meçhule mi fırlatıyorsun?"

"+Hani sen okuduğun hiçbir kitabı yarım bırakmazdın? Hani sonuna kadar giderdin? Şimdi bizi yarım mı bırakacaksın? Sonumuzu merak etmiyor musun? -Sonumuz var mı ki bizim? +Yaşamadan bilemeyiz. Senin hikayeni baban mı yazacak yoksa sen mi yazacaksın? Ayla gel bir uzun hikaye de biz yazalım, okuduğumuz romanlardaki gibi. -Var ya ağzın öyle iyi laf yapıyor ki..." 

"Trenle mi gidiyoruz ki? Tabi, bilmiyo musun bütün hikayeler trenle başlar."

"+Şu Feride'yi kıskandım, çok mu güzeldi? -Çocuktuk, her şey güzeldi."

"+Şimdi bir Uzun Hikaye de biz yazalım mı birlikte? -Ama çok uzun olsun."